Bugün Türkiye’nin önündeki en büyük sınavlardan biri, Orta Doğu bataklığına sürüklenip sürüklenmeyeceği meselesidir. Bu, yalnızca coğrafi bir tartışma değildir; zihinsel, kültürel ve siyasal bir tercihtir. İşte bu noktada yönümüzü belirleyecek pusula nettir: Laik eğitim, demokrasi kültürü ve Atatürk devrimleri.
Cumhuriyet ve laiklik, sıkça söylendiği gibi “birer seçenek” değil; bu toplumu bir arada tutan bir binanın ana girişi ve taşıyıcı kolonlarıdır. O kolonlardan biri çatladığında, yalnızca bir ideoloji değil, birlikte yaşama iradesi de zarar görür.
Laik eğitim, inancı değil; cehaleti dışarıda bırakır. Çocuğun kaderini ailesinin mezhebine ya da bir cemaat yapısına göre değil; aklına, yeteneğine ve emeğine göre belirler. Demokrasi kültürü ise sandıktan ibaret değildir; farklı olana tahammül etmeyi, eleştiriyi tehdit değil zenginlik olarak görmeyi öğretir.
Atatürk devrimleri tam da bu nedenle tarihsel bir kırılmadır. Çünkü bu devrimler, “kullar”dan yurttaşlar yaratmayı hedeflemiştir. Biat eden değil, sorgulayan; susan değil, konuşan bir toplum tahayyül edilmiştir. Bugün hâlâ bu devrimlerin hedef tahtasına konulması tesadüf değildir. Özgür birey, her otoriter düzen için potansiyel bir tehlikedir.
Orta Doğu’nun kanla, mezheple, kabileyle ve dogmayla boğuşan ülkelerine bakmak yeterlidir. Oralarda devlet yurttaşın güvencesi olmaktan çıkmış, belli grupların aracı hâline gelmiştir. Eğitim birleştirmez, ayrıştırır. Hukuk adalet üretmez, korku yayar.
Türkiye’nin yolu burası değildir.
Bu ülkenin harcı akıl ve bilimle yoğrulmuştur. Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil; bir yaşam iddiasıdır. Laiklik ise inançsızlık değil, inanç özgürlüğünün teminatıdır; kimsenin kimseye inancını dayatmamasının adıdır.
Bugün yapılması gereken şey nostalji değildir; sahiplenmektir. Cumhuriyet’i anmak değil, onu yaşatmaktır. Laikliği savunmak değil, onu gündelik hayatın doğal bir parçası hâline getirmektir. Demokrasi kültürünü talep etmek değil, onu davranışa dönüştürmektir.
Çünkü bir binayı ayakta tutan şey, duvarların süsü değil; kolonlarının sağlamlığıdır.
O kolonlar çökerse, altında kalacak olan yalnızca bir rejim değil, hepimizin geleceğidir.