Atilla SAMAT


Şaka mı, Yalancı mı? Kuşakların Acımasız Yargısı

Hayat daha yaşanılır olurdu.Sonuçta, esprili adamlar dünyayı renklendirir.


“İnsanlar eğlenmeyi unuttu, ben de kendimi unutturdum.” derdi Neyzen Tevfik, o isyankâr neyiyle hayatı tiye alarak. İşte tam da bu unutuşun ortasındayız şimdi; eğlenmeyi, şakayı, hazır cevabı unutan bir toplumda yaşıyoruz.


Eskiden bir adamın hazır cevapları, sofraları şenlendirirdi; "Ne espirili adam!" derlerdi, gülüşmeler yükselirdi gökyüzüne. O şakalar, hayatın yükünü hafifletir, kalpleri yumuşatırdı. Ama şimdi? 

Aynı gülümseme, aynı kelimeler... "Yalancı!" diye damga vuruluyor arkadan. Zaman mı değişti, yoksa kuşaklar mı yabancılaştı birbirine? 

Bir adamın masum neşesini yalana çevirmek ne kadar kolaylaşmış. Sanki her espri bir kandırma, her şaka bir hile...

Bu değişim, kültürel farklardan mı besleniyor yoksa yeni jenerasyonun aceleci yargılarından mı? Eskiden Anadolu’nun her köşesinde, mahallede, çay ocağında şaka eden adam sevilen biri olurdu; hoşgörü kültüründe espri, dayanışmanın parçasıydı. 

Ama şimdi, dijital kuşak her söze şüpheyle bakıyor; emojiyle iletişim kuran gençler, yüz yüze bir şakayı bile "trol" sanıyor. Kuşak farkı burada kendini gösteriyor: 

Bizim jenerasyon gülmeyi bilir, şakayla barışırdı; yeni nesil ise her şeyi ciddiye alıyor, hoşgörüyü unutmuş gibi. Sosyal medya zehri mi bu? Beğeni peşinde koşanlar, gerçek hayattaki espriyi anlamıyor mu?Düşünün bir: Bir baba evladına şaka yollu nasihat etse; "Hayat bir oyun, ama sen akıllı ol!" dese... Eskiden evlat güler, sarılır, "Babam ne güzel söylüyor" derdi. 

Şimdi ise şüpheyle bakar, "Yine mi abartıyor?" diye içinden geçirir. Eşe gelince... Ah o hayat arkadaşına! Bir espriyle günün yorgunluğu atılırdı eskiden; karı-koca kahkahayla birbirine daha çok bağlanırdı. 

Ama günümüzde aynı şaka, "Yalan mı söylüyor?" sorgusuna dönüşüyor. Kardeşler arasında da öyle; kan bağı yetmez olmuş, bir hazır cevap duvar örer aralarına. Arkadaşa mı? Dost meclisinde espri sultandı eskiden; şimdi "Ne kadar da yalancı!" diye fısıldanıyor.

 Sevgiliye ise en hassası... Bir bakışla, bir şakayla gönüller erirdi; şimdi her kelime tartılıyor, güven erozyona uğruyor.
Bu yargı nereden geliyor peki? Belki hızlı yaşayan yeni kuşağın sabırsızlığından, belki kültürel erozyondan. Eskiden hoşgörü vardı;

Anadolu irfanı, şakayı severdi, samimiyeti korurdu. Ama şimdi, global kültürün etkisiyle her şey yüzeysel; derin espriyi anlamayanlar, onu yalan diye etiketliyor. Asıl ders burada: Espri yapanı yalancı diye dışlayanlar, kendi samimiyetsizliklerini örtüyor mu? Çünkü gerçek yalan, bir adamın neşesini susturmakta gizli. Gülmeyi unutan kuşaklar, hayatı da zorlaştırıyor; oysa hayat zaten yeterince karmaşık – acı tatlı karışık bir şaka gibi.


Nazikçe hatırlatayım: Yalancı arayanlar, önce kendi sözlerine baksın. Mert bir adamın esprisini anlamayan evlat, kardeş, eş, arkadaş ya da sevgili; aslında kendi kalbindeki boşluğu dolduruyor. Zamanın bu oyunu, bizi birbirimize yabancılaştırıyor; aile bağlarını zayıflatıyor, dostlukları eritiyor. Oysa ne güzel olurdu, yeniden gülmeyi öğrenmek... Bir şakaya kahkaha atmak, bir espriyle barışmak. Kuşaklar arası köprü, hoşgörüde gizli; yeni nesil eskiyi, eski nesil yeniyi anlamaya çalışsa... 

Hayat daha yaşanılır olurdu.Sonuçta, esprili adamlar dünyayı renklendirir. Onları yalancı diye yargılayanlar, bir gün yalnız kaldıklarında anlar belki: Gerçek zenginlik, gülüşte saklıdır. Şakayı öldürmeyelim, neşeyi yaşatalım.


“İnsanlar eğlenmeyi unuttu, ben de kendimi unutturdum” demişti ya Neyzen; biz de eğlenmeyi hatırlayalım ki, kendimizi unutmayalım. Necip Fazıl’ın o derin sözüyle bitireyim: “Bir insan, bir insana ne kadar muhtaçtır, bilir misin?”
Kalın sağlıcakla