On binlerce insanı toprağa verdik; yüz binlerce insan evsiz, yersiz, yurtsuz kaldı.
Ve bugün hâlâ enkazın altından yalnızca bedenler değil, ihmaller, sorumsuzluklar ve cezasızlık kültürü çıkarılıyor.
11. Yargı Paketi’nde yer alan 27’nci madde, depremzedelerin itiraz ettiği tam da bu noktaya temas ediyor. Bir af düzenlemesi, teknik bir hukuk maddesi gibi sunulabilir.
Ama bu madde, depremde yıkılan binaların, kaybedilen hayatların ve yarım kalan yaşamların hesabını askıya almak anlamına geliyorsa, bu artık hukuki değil, vicdani bir meseledir.
Deprem bir “kader” değildir.
Yanlış zemin etüdü, denetimsizlik, usulsüz ruhsatlar, eksik demir, çalınan beton tercihtir.
Ve tercihlerin bedeli, hukukun konusu olmak zorundadır.
Bugün yapılacak bir af;
– Yarın aynı ihmallerin tekrar edilmesine,
– Yeni faciaların “kaçınılmaz” sayılmasına,
– Suçun değil, sorumluluğun cezalandırıldığı bir düzene
kapı aralar.
Depremzedelerin sokakta yükselttiği ses, bir öfke değil; adalet çağrısıdır.
“Unutmayın” diyorlar.
“Geçiştirmeyin.”
“Üzerini örtmeyin.”
Bir devletin gücü, af çıkarmakta değil; hesap sormakta ölçülür.
Bir hukukun itibarı, dosyaları kapatmakta değil; gerçeği ortaya çıkarmakta yatar.
Bugün bu itirazı görmezden gelmek, yalnızca depremzedeleri değil; bu ülkede yaşayan herkesi yarın daha büyük bir güvensizliğe mahkûm eder.
Af, bazen yaraları büyütür.
Ve bazı yaralar, ancak adaletle iyileşir.
Depremzedelerin yanında durmak, siyasî bir tavır değil; insanî bir sorumluluktur.



